Ekim 2012
Evet. Hayati olmayan her
şey lüks katagorisine girer. Ya karın tokluğuna yersin, içersin;
yada maddi şartların hangi durumda olursa olsun büyük ve şık
bir tabağın içinde duran o küçük porsiyonu tadımlarsın.
İkinçi deneyimi yaşamak
istiyorsan, öyle bir hayat kurarsınki bügünün yoktur, çünkü
geleceğindeki büyük tabak için düşünür ve eyleme geçersin.
Yarının rahatllığının hayalini kurarak bugünü doldurursun,
ihritasla, sevinçle... korkuyla. Yoktur cesaterin bugünü yaşamaya,
içinden gelen duygunun akışına izin veremessin, veremezsin, çünkü
başka bir yöne akar. Geleceğinin yolu değildir o akış.... ve bu
yüzden,
Sabah kalktığında
aklına gelen fikirleri öldürmek zorundasın artık. ‘’Çünkü’’ler
hayatının bir parçası olmuştur artık. Gereksizdir istediğin
şeye hayat vermek. Canın acımaya başlar, sıkılırsın bir den
her şeyden ve kendinden. Hırçınlaşırsın birden. Evet kardeşim
eğer sanatçıysan canın çok yanar, gözlerini açtığın her
sabah ve gözlerini kapadığın her gece. İsyanlar içinde yaşarsın
arada sıkışmış iki eylemin arasında.
Birden herkes
anlayışsızdır, kötüdür gözünde ve sen şartların
kurbanısındır. Çok üzgünüm kardeşim, ama bunun tek bir
sorumlusu vardır, o da sensin. Sen ve senin en büyük özelliğin:
karar vermekteki cesaretsizliğin. İhtiyaçlarını yalanlamak ve
içindeki yaratıcıyı ezmeye çalışmakla, bahaneler üretmekle
uğraşırsın. Zamanını ve gücünü bununla tüketirsin.
Yaratıcı ruhun intikamı ne yazık ki çok acımasızdır. Seni
birden öldürmez. Sana her gün acı verir... bir gün teslim olana
kadar.
Hani bir gün, birisine,
bir şey söylemek istersin; bunun hayalini kurarsın nasıl ve ne
söyleyeceğine dair. Çok heyecanlanırsın, için içine sığmaz,
aklın hep o andadır... ve o gün gelir..gelir ama boğazın
düğümlenir...ve susarsın. Ardından geleceklerden korkarsın bir
an. İşte o an biraz daha ölürsün. Bir gün daha intihar
etmişsindir. Geleçeğinin korkusu yenmiştir seni kardeşim.
İçine attığın herşey içinde saklı kalır sanırsın.
Yanılıyorsun kardeşim o da yaşar ve savaşır özgürlüğü
için. Sen onu hapis ettiğini sanarken, o çıkış yollarını
çoktan bulmuştur bile; isyan, agression, depression, bedensel
ağrılar. Sen hala dün akşam ceyranda kaldığını düşüne dur.
Sıradan bir hayat sana
zindandır. Düzenli maaşın olduğu bir iş, aile, düzenli
yürüttüğün hobilerin. Bir sanatçının hedefi bu değildir.
Onun hedefi bu anlamda yoktur. Onun derdi vardır. Bır sıkıntısı.
Var güücüyle onu ifade etmek ister, yazarak, bir koreografi
yaparak, çizerek, boyayarak, beste yaparak. Yapmazsa yapamaz;
duramaz ve en güzel tarafı ise onu kimse durduramaz. Akan su dur o.
Her delikten sızar ve bir gün şelalesine kavuşur. Rahatlar ve
yine başlar. Gelecek korkusu için ayıracak vakti yoktur, onun
için o zamanı ayırmak bir lükstür.
Elalem ne der?
Çok şey der. Terbiyesiz
der, küstah der, bu ne cürret der; cesarete bak, aferim de der.
Der de der. Ama bunun için harekete geçmemelisin. Kendin için,
kendi özgülğün için ifade et kardeşim kendini ve neticesiyle
de başa çık. Ne olucağını kim bilir ki? Sana parmağıyla
gösterenlerin üç parmağı kendine gösterdiğini göster onlara
ve yoluna sabırla devam et.
Mahalle baskısına boyun
eğip de sanat yapamazsın.
Ya yanlız kalırsam,
dışlanırsam düşüncesi ile üretemezsin.
Sadece başkaların kurduğu kuralları
icra edersin. Yanlız çok dikkat et; koyun bizim ülkemizde
kurbanlıktır.
Yaratıcı derdinin,
sıkıntısının, hastalığının enerjisinden beslenir. Hayata
başka açıdan bakar. Çabalar, savaşır. Kendini inceler,
çevresini, toplumu. Toplumun istediği gibi davranamaz.
Üretmeye çalışırken
çevresinin kendilerinden sıradan davranış sergilemelerine tamam
diyenler ne hürriyeti tadar, ne de iç huzuru. Arada sıkışmış
ızdırap çekenlerdir kararsızlıları sayesinde. Kendilerinin
sanatçı, üretken kişiliklerini yalanlıyandır onlar. Hayatda var
olmak, işte asıl onlar için çok zordur. Sanatçıyı
mahalle baskısı etkilemez, etkilese de bir eser oluşur içinde ve
ifade şeklini bulur. İktidarın haksızlıkları onu etkiler ve bir
eser oluşur içinde ve ifade şeklini bulur. İçine doğduğu
ailesi ile yaşadığı sıkıntılar bir eser oluşturur içinde ve
bir ifade şeklini bulur. Çocukluğundaki traumalar onun kişiliğinin
en değerli parçası olduğunu bilir ve içinde eserlerin oluşmasına
sebeb olduğunu bilir ve bunu kullanır. Halledemediği sorunları
onun yaratma gücüne güç katar, çünkü çözemez. Çözemediği
içinde anlatır, dans eder, resim yapar, beste yapar. Yaratır.
Kır, at, dök, tükür,
sev, seviş, kus, at kahkahanı... kısacası; derdini anlat bana!
Tüm bunları yaparken gelecek korkusunu yaşamaya vakti yoktur
sanatçının. Gelecek korkusu onun için bir lükstür.
Malzemen mi yok resim
yapmaya? Dilenme, borç alma. Çık dışarı ve bul kendine başka
bir iş. Kazan paranı ve ilan et bağımsızlığını. Çiz kendi
gözünle gördüğün hayatın resmini. Bir bakmışsınki
destekçilerin yanında birikmiş.
Hamleti mi oynamak
istiyorsun? Haykır kendi dört duvarının arasında ‘’ Olmak
yada olmamak...!’’ diye. Bir bakmışsınki o duvarların
kulakları oluşmuş.
Yap dansını yağmurun
altında, çimlerin üstünde. Bır bakmışsınki ritmininle dans
eden bir topluluk kurulmuş.
Yeterki içindeki yaratıcı
gücünü besle. Sabırla at adımlarını. Kimseden bir şey
beklemeden.
Yanlızlığa cesaretle
bakarken, kendi içindeki eleştirmen ile yüzleştirken, karnının
doyduğuna şükrederken, vaktin mi kalır gelecek korkusuyla
uğraşmaya? Bir gün alkışlayacaklar seni ; sen ise eğilerek
teşekkür edeceksin. Yanlız unutma eğildiğinde gözlerin kendine
bakar. Görmesini öğrenmek se,senin görevindir kardeşim.
29.Ekim 2012 İstanbul
da bir Cumhuriyet Balosu gecesinden 10 dakika
Dün akşam İstanbulda Cumhuriyet
balosundaydım. Yanıma orta yaşlarda bir bayan sessiz ve sakince
bir hanımefendi edaysıyla :’’ Pardon buraya oturabilir miyim?
‘’ Tabiki, buyrun’’.
‘’ Teşekkür ederim. Ayakkabılarım
çok sıkıyorda...’’.
Her ne kadar üzerindeki kıyafet
parçaları bir birine uyum sağlamasa da şık ve geceye layık
giyinmiş diye düşündüm. Omuzları aşağı sarkmış, elbisesinin
darlığından arkasına yaslanmakta güçlük çekerken birden
Atatürk'ün en sevdiği parçalar çalmaya başladı. Bir eserden
sonra bir gazino atmosferine sokmak istercesine bir kadın şarkıcı
çıktı. Dar mor elbisesiyle, masal dünyasında hayat bulamayan,
yaşlı bir denizkızına benziyordu. Bir kupleden sonra daraldım,
sanki o dar mor elbiseyi bana giydirmişlerdi.
Birden sol yanımdan bir hareket
hissetmeye kalmadan, bacağıma ve dirseğime küçük hamleler
yemeye başladım. Yanımdaki kadın içindeki enerji birikimine
hakim olmaya çalışıyordu, ama olamıyordu. Ben hamleleri yemeğe
devam ediyordum. Beden dili ve duyarsızlığı çok rahatsız
ediciydi. Yaşlı deniz kızının sesini bazen bastırmak
istercesine, şarkılara eşlik edip, elini kolunu havada gezdirirken
benim kişisel alanıma tecavüz ettiğinin farkında değildi.
Olmamalıydı zaten, çünkü onun önceliği :’’ Bakın, işte
buradayım! Bende varım!’’ ,dı.
Tüm bu ses, beden ve duygu karmaşası
arasında tüm bu zerzeleyi açıklayan bir sohbet araya sıkıştı.
Ben: Sanırım Türk sanat müzüğini
çok seviyorsunuz ?
Kadın: Eveet, evet! Koroda söylüyorum.
Ben: Ne güzel. Solistlik de yapıyor
musunuz?
Kadın: Hmmm... Hayır. Yani henüz
değil.
Birden yaşlı deniz kızı sahneden
indi ve seyircilerin arasında gezinmeye başladı. Kalçası ve
kolu, minik hareketlerle ritmi vurguluyordu.
Kadın: Ben aslında tiyatroyu çok
severim.
Ben: Yaaa... Ne güzel.
Kadın: Piyeslerde oynardım.
Kabiliyetim var. Evet. Taklit falan iyi yaparım.
Ben: Yaaa... Ne güzel. Belki tiyatro
kursuna da başlarsınız?
Kadın: Evet...Hayır, olmaz! Yani
vaktim yok. Zaten koroya gidiyorum. Evliyim, 15 yaşındada bir oğlum
var ve çalışıyorum...ve...
Omuzları birden düşmüştü kadının.
Göz göze geldik. Sessizlik oluştu birden. Elindeki çantası yere
düştü. İkimizde ayılırcasına çantanın düştüğü yöne
baktık. O çantasını yerden kaldırırken, benim gözüm ise
ayakkabılarına takıldı. Yüksek topuklu rugan kırmızı
ayakkabılar.